Çağın dijital yerlileri olarak, alanında uzman ÇözümPark Bilişim Portalı Kurucusu Hakan Uzuner ile A’dan Z’ye siber gündemi değerlendirip, söyleşimizin ilk kısmını sizlerle geçtiğimiz gün paylaşmıştık (Tıklayarak ulaşabilirsiniz). Söz verdiğimiz gibi kaldığımız yerden söyleşinin ikinci kısmına keyifle okuyacağınızı düşünerek start veriyoruz.
Aslında burada en önemli konu korku. İnsanlar genelde bilmediklerinden korktuğu için aynı durum teknolojide de oluyor. Bilmedikleri bir ortama insanlar pek geçmek istemiyor, çünkü başarısız olmaktan veya ortamı bilmediklerini yöneticilerinin veya patronlarının fark etmesinden korkuyorlar. Tabii ki bu cümle daha çok küçük şirketler için geçerli bir yorum. Bu firmalar için en doğru çözüm bence danışmanlık hizmeti almaları. Veya hali hazırda hem platform hem danışmanlık sunan yerel bulut oyuncuları ile çalışabilirler.
İnsanlar başarısız olmaktan veya ortamı bilmediklerini yöneticilerinin veya patronlarının fark etmesinden korkuyorlar
Büyük firmalar ise zaten danışmanlık konusunda çok daha bilinçli oldukları için öncelikle eğitim alıyorlar, daha sonra başarılı projelerde çalışmış bir veya birkaç danışmanlık şirketi ile anlaşıp ilk olarak test ortamları ile bulut geçişlerini yaptıktan sonra daha kritik sistemlerini taşımaya başlıyorlar. Yazılımcılar için ise aslında farklı bir dünya var.
Özellikle Türkiyenin en büyük projelerinden birini gerçekleştirmiş bir ekibin lideri olarak gördüğüm bir bulut ortamında daha önce kod geliştirmemiş veya bu ortam için yazılım yapmamış yazılımcılar için ciddi zorluklar var. Çünkü on-prem sistemlerdeki makinelerde bol ram, cpu ve diğer kaynakları artırma yöntemi ile yazılan kötü kodlar, yükseltilen her kaynağın bir bedelinin olduğu bulut ortamlarında çok göze batıyor. Örneğin on-prem de hızlı çalışıyor bulut üzerinden neden yavaş çalışıyor, orada kaç cpu, kaç ram var, diye soran yazılımcıya Paas ortamında cpu ram kavramı olmadığını anlatmak bir hayli zor oluyor. Tabii ki benzer şekilde büyük çaplı firmalar iç yazılım ekipleri için bu noktada tecrübeli danışmanlar ile ilerliyorlar.
Aslında geldiğimiz noktada büyük veya küçük tüm şirketler iş ihtiyaçlarına göre bulut kullanımını gerçekleştiriyor. Yani büyük firma bunu kullanır, küçük firma bunu kullanır gibi net bir ayrım yapmak çok doğru değil, çünkü bir şirketin bir ihtiyacının bulut üzerinden karşılanması kârlı ise seçim için çoğu zaman yeterli oluyor. Tek fark büyük şirketlerin tabi olduğu regülasyonlar veya sahip oldukları birtakım sertifikasyonların zorunlulukları nedeni ile buluta sistemlerini taşımaları sorunlu olabilir.
Özellikle kişisel veriler, kritik ülkede kalması gereken sağlık, finans ve benzeri verileri işleyen şirketler global bulut oyuncuları ile bu anlama çalışamıyorlar.
Her şirketin iç dinamikleri, içerisinde bulunduğu sektörün rekabetçi özellikleri değişken olduğu için kararları da farklı olabilir. Genellik çok büyük şirketler ya da global şirketler fayda/maliyet analizlerine bakar. Eğer kanuni bir zorunluluk yok ise bir hizmeti kendi veri merkezinde mi, yerel bir Hosting – Bulut sağlayıcısında mı yoksa global bir üreticide mi konumlandırmak kârlı buna bakarlar. Hangisi ortalama 5 yıl ve sonrası mantıklı ise onu tercih ederler. Kimi zaman kanuni zorunluluklar yüzünden yerel Hosting firmaları tercih nedeni olur. Buluta taşınmak demek aslında hangi servisleri veya hizmetleri taşıdığınıza göre değişir.
Örneğin küçük bir şirket için felaket merkezi kurmak çok maliyetli ve zahmetlidir. Oysaki bulut felaket hizmetleri son derece kolay bir şekilde kurulan bir hizmet olduğu için küçük çaplı bir şirket bulut üzerinden en uygun ve hızlı alabileceği ürünleri seçer.
Bir başka örnek ise off-site backup. Yani olası bir malware bulaşması veya felaket anında organizasyon dışında bir kopya tutmak ister. Büyük firmalar bu tarz işler için kaset yedekleme yapabilirken küçük firmalar için bu ürünler çok maliyetli olup bulut yedek yine satın alınabilecek uygun ve hızlı hizmetlerden biridir. Büyük şirketler ise daha çok “lift and shift” dediğimiz yani önce mevcut durumu olduğu gibi buluta çıkarıp daha sonra servisleri buluta uygun hale getirebilirler.
Artık geleceğin değil günümüzün teknolojisi haline gelmiş durumda. Çünkü özellikle yurt dışında çok yaygın bir kullanım görüyoruz. Tabii ki bu kullanım hepimizin elinde olan cep telefonlarındaki yaygın teknolojiler gibi değil ama çok basit anlamda hava tahminleri için bile kullanılıyor olması aslında bizler için ne kadar önemli görevlerinin olduğunu gösteriyor.
Özellikle sağlık sektöründe çok ciddi hastalıklar için kullanılması ise umut verici. Her zaman olduğu gibi tabii ki ülkemizde bu konudaki çalışmalar ne yazık ki yok denecek kadar az ancak güzel örnekleri de yok değil. Tanımlamak gerekir ise aslında adı üzerinde, makinelerin öğrenme yeteneği kazanması olarak özetlenebilir. Biz insanların yaşam süreleri sınırlı, gündelik yaşamımızdaki çalışma saatlerimiz ve en önemlisi bilgi seviyesi yüksek bilim insanı sayısı da yeterli değil. Durum böyle olunca bir bilim adamının örneğin günde 8 saat deneme yanılma ile öğreneceği şeyleri makinelerin çok daha güçlü, kesintisiz, birlikte yapabileceğini düşünmek heyecan veriyor. Tabii ki bu sadece deneme yanılma olarak düşünmemek lazım, öğreniyorlar ve geliştiriyorlar. Kiminde makine öğrenme teknolojisi kullanımı çok sınırlı, onlara çok sınırlı bir bilgi verip çıktıları almaya çalışıyoruz, aslında hava tahminleri buna açık bir örnek. Ancak kendi dilini geliştirecek kadar özgür olmasını sağlayan projelerde var.
Bence kesinlikle yapay zeka insan zekasının üstüne çıkacaktır çünkü gerçekten biyolojik olarakta bakarsanız biz insanların çok ciddi sınırları var, oysaki makineler için çalışma saati, öğrenme kapasitesi, saklama kapasitesi, arama bulma kapasitesini düşünürsek bu kadar özellik ile yarışmamız pek mümkün değil. Buna çok basit bir örnek olacak ama (temel örnekler bence yararlıdır) Deep Blue ile Garry Kasparov arasındaki satranç mücadelesi buna çok güzel bir örnektir.
Ben buna da inanıyorum, sanırım 80 kuşağı olduğum ve çok bilim kurgu izlediğim için olabilir. Açıkçası işin şakası bir yana, sonunu getirir mi bilmiyorum ama kesinlikle güvenlik problemi çok ciddi bir risk oluşturacağı için bence merkezi bir ağ ilk tehdit sonrasında izole yapılara dönüşebilir. Aslında biz bunu yaşadık, hatırlarsanız dünyadaki en büyük DDOS saldırısı 21 Ekim 2016 yılında internete bağlı kamera, printer gibi IoT cihazlarının şifrelerinin varsayılan olması nedeni ile gerçekleşti. Yani benzer bir ortamı birde yapay zeka ile güçlendirirseniz yapay zekanın kendisi olmasa bile kötü niyetli kişiler bunu ele geçirmek isteyebilir ve gerçekten ele geçirmeleri durumunda da hoş olmayan sonuçları görebiliriz. Belki bundan sonra gidişat değiştirilir ise sonumuz gelmez diye düşünüyorum, ama gerçekten her şey bir birine bağlansın, makineler kendi kendilerini yönetsin, şehirler, ulaşım, hava, silahlar hepsi buna bağlanır ise o zaman buralarda olmak istemem açıkçası.
Hizmetlerimiz için:
Hemen İletişime Geçin
Henüz Yorum Yok